10 Eylül 2014 Çarşamba

Hayatımın anlamı ya da hayatıma anlam katan şey; Başak Şekerpare

  Hiç beklemedik seninle, herşeyi bir anda bir çırpıda yaptık, yapabildik. Çünkü sen böylesin işte, canı tez, insana güç veren, pozitif tutan, umut veren. 

 Başak Şekerpare, eşim, aşkım, hayatım, seni anlatabilmek için sayfalar yetmez belki ancak sana borçlu olduğum bir nokta var, neden sen? neden ve nasıl?

 Hep insanlar senin ağzından, yazılarından dinledi tanışma hikayemizi, aşkımızı. Kimi beğendi hayran oldu, kimi tiksindi, kıskananı oldu, aman bu ne diyerek arkasını dönen de. Seninle birlikte, amca oldum, ağabey oldum, dayı oldum, kardeş, kuzen, yeğen.... daha kimbilir ne anlama geldi seninle birlikteliğim pek çok insana, tanıdığın, tanıdığımız. Kimi sevdi, kimi sevmedi önemli değil, sağolsunlar varolsunlar. Senden önce de vardı elbette ailemiz, dostlarımız, can dostlarımız. Ama bilirsin, ketum adamım, konuşkan değilim, aklımdan geçen 10 cümlenin 1 tanesini söyleyince şanslı sayarsın kendini çoğu zaman. Bu halime rağmen beni sevebildiğin, bana değer verebildiğin için sevdim seni.

 İnsan hayatı boyunca pek çok insan ile   tanışıyor, bir sürü kişi akıp geçiyor, ilişkiler, arkadaşlıklar, dostluklar.... ama hep, bir şey var. Belki bu benim insanlara olan güvensizliğimden, belki yaşanılan hayatlarda edinilen tecrübelerden, belki de hep böyle olduğum için, asla karşılıksız değildi hiç birşey.
Çıkar ilişkisi? çok da normal, çok da doğal bence. Evet, doğru değil, "güzel" bile değil. Ama öyle bir dünyanın, öyle bir çağın, öyle bir hayatın içindeyiz ki, bu ilişkiler hep "normal" oldu. Kabul edilebilir oldu. Şartlı sevgiler, şantajlı ilişkiler... hangimiz yaşamadı ki? Seninle ilk ciddi adımları atmaya başladığımız andan itibaren biliyordum ki, "hissediyordum" ki, gerçekten sevdiğinde bunu olabilecek en saf halinle paylaşacağın. Çünkü böyle bir insansın, işte bu yüzden kimileri tahammül bile edemiyor sana, işte bu yüzden ben ilk andan beri emindim. İşte tam da bu yüzden sana aşık oldum.


 Anlatıyorsun ya hep, benim yaralarımı öptü, işte o an evet dedim diye... Belki de farketmemiştin o an, ancak ben senin yaralarını değil kendi yaralarımla da barıştım o akşam. O akşam benim için öyle özeldi, senin için kendin için olduğu kadar benim için de özeldi. Diyorsun ya hep, "Artık ne olacaksa olsundu!"



 Ailemin seni seveceğini iddia ediyordum hep, inanamamıştın :) neye göre bu kadar emin konuşuyordum ki hem? Bizim birbirimizi bulmamızı sağlayan şey sayesinde. Beraber olmamızın ne kadar önemli olduğunun farkında olduğum içindi hep. Kimse kimsenin aklından geçeni bilemez, ama emin olduğum tek şey biz birdik. İlk andan itibaren, sanki hep birlikteymişiz gibi. Bu yüzden 1 saniye bile tereddütüm olmadı hayatımı seninle birleştirirken.



Doğru zaman, doğru yer kavramının kanıtı olduğun için :) 



Seni Seviyorum Başak, Nice Mutlu Beraber Yıllara!




21 Ocak 2014 Salı

Üsküdar Belediyesi - namı diğer çöplük semt

  Üsküdar belediyesinin işleyişini anlayamıyorum...

Bir yıldan uzun süredir mahallemizdeki çöp problemi ile ilgili olarak çeşitli yollarla kendilerine şikayette / yardım talebinde bulunuyorum. Ancak her seferinde "farklı" sebepler öne sürülerek geri çevriliyorum.

Şöyle ki, yaklaşık 1-1,5 ay önce mahallemize "özel" çöp konteyneri alındı. ancak bu çöp konteyneri, bazı hırsızlar tarafından çalındı. Üzerine belediye'den en nihayetinde bir çöp konteyneri ayarlattırabildik. Hatta o gün Üsküdar belediyesinin sokak hizmetleri ekibinin şefi kendisi bizzat gelerek evimizin önünde bulunan tarihi çeşmenin resimini çekti.

Amaç belli, Üsküdar belediyesi tarihi çeşmelerini yeniliyor projesi kapsamında gösteriş yapabilmek.

iyi çok güzel düzeltsinler de yapsınlar reklamlarını hiç problem değil. Ama o gün kendisini uyardım, bu sokak manyak, o konteyneri alıp alıp ittiricekler sağa sola diye.

Netekim yanılmadım, konteyner sokakta her gün farklı bir kapıyı gezdi, her haspam "ay benim kapımın önünde durmasın çöp kokuyor!" diyerek iteledi, en sonunda kapımızın önündeki tarihi çeşmenin önü son durağı oldu. ne de olsa orası nötr bir bölgeydi bu gerizekalılar için. 

sonra ne mi oldu? Bu sabah, belediyenin ekipleri geldi ve konteynerimizi aldı. Sebep?; konteyner tarihi çeşmenin görüntüsünü bozuyormuş turistler fotoğraf çekemiyormuş.
dedik bakın şöyle kenara itin şuraya koyun dursun o konteyneri alırsanız, sanıyormusunuz ki çöp atılmayacak? o çeşmenin içini çöp dolduruyorlar ulan. çöp çöp! inatla götürdüler, hatta afişe edeyim; Seymen bey diye biri işin başındaydı ve kendisi özellikle bildirdi "yukarıdan emir var. yapabileceğim bişey yok."

Sonuç ne mi oldu? bugün iş dönüşü sokağımızın hali yanda ve ekte mevcut işte.
Çeşmenin önüne varınca çöpler arabalar... ÇOK GÜZEL RESİM ÇEKERLER UMARIM. Turistler görür de rezil eder sizleri dünyaya. 

Aşağıdaki resimde, sokağımızdaki Küçük Ahmediye Camisi. cami duvarına bile böyle lap lap çöp atabilen insanlar var bu sokakta. ve bir konteyneri çok görüyorsunuz.

Aslına bakarsanız, Üsküdar belediyesinin en büyük hatası bir "çöp yasası" çıkarmaması.
pek çok ilçe'de var bu, haftanın belli günleri ve belli saatler dışarısında çıkarılan çöplerde hangi apartmanın kapısının önünde çöp var ise o apartmana cezayı basıyor. 

hem belediye para kazanıyor, hem de cebinden para çıkacak korkusuna her apartman şahin gibi kapısını koruyor.

Çöpçülerin derdi de ayrı, apartmanlarda oturanlar konteyner kapılarının önüne çekiliyor diye çöpçülerin üzerine yürüyormuşmuş.

vallahi ben sıkıldım Üsküdar belediyesi. Siz bu soruna çözüm bulacaksınız bulacaksınız, bulamazsanızda elimden geldiğince 7 cihana rezil edeceğim sizi. bu Blog yazısıda burada duracak. 

Özet: keyfiniz bilir, isterseniz temizlemezsiniz çözmezsiniz bu pislik problemini - çözümden kastım gelip alıp götürmek değil, atılmasını engellemek için herhangi bir efektif yöntem yaratmanız. - Çözmezseniz de çok değer verdiğiniz sosyal medyalarda bir kara leke olarak kalacak adınıza.

@üsküdarbld öptmkibby.




Neyzenbaşı Halilcan Sk. / Üsküdar - Salacak




6 Kasım 2013 Çarşamba

5 Kasım 2013 - Neden unutmamalı?

Guy Fawkes, yada ideallerimizin peşinde koşabiliyormuyuz..


3 yıl önce yazmıştım bu yazıyı, ideallerimizin peşinde koşmanın neden önemli olduğunu anlatmak amacı ile kimileri pek beğendi, vay güzel filmi anlatmışsın diyenleri de oldu. yada Guy Fawkes'in olayı aslında katolik kilisesi ile ilgiliydi şeklinde tekzip yapanlar oldu. Hatta kimileri çemkirdi "Ne alakası var ülkemizle? terörist mi olalım?" dediler...



Benim ilk anlattığım da buydu zaten Guy Fawkes'in asıl amacının ne olduğu önemli değildi, sonuçlarının ne olduğu önemliydi. İnsanların sorgulamasını tetikledi, neden? sorusunu sordurttu. bizler için, bugün yaşayan her insan için önemli olan kahramanlığı buydu.

3 yıl kimilerine göre uzun, kimilerine göre kısa bir zaman. 3 yıl yeterli bir süre bence bazı şeyleri daha detaylıca anlatabilmek için. hem hepimiz gördük neler yaşandığını bu dönem içerisinde. 

Guy Fawkes, 5 Kasım 1605'te yakalandığında 20 Tondan fazla patlayıcıyı İngiliz parlamento'sunu, içinde hükümet varken havaya uçurmak istediğini itiraf etmişti. 

Savunması ise, Protestan İngiliz hükümetinin Katolikler üzerindeki baskıcı tutumu ve haksız kararları idi. (bir Katolik olarak kendince haklıydı - burada doğruluğu ve yanlışlığı sorgulanabilir.) ve sonraki süreç içerisinde pek çok Katolik ailesi "Gunpowder Plot"'a dahil olma suçlaması ile Guy Fawkes ve arkadaşlarına yardım yataklık yapmak suçu ile katledildi, işkenceye maruz kaldılar. İngiliz hükümeti kimsenin gözünün yaşına bakmadan kendisine muhalif olan hemen herkesi bu komploya dahil olmak ile suçlayarak bertaraf etti. 

Tarih 30 Ocak 1606 gösterdiğinde "Gunpowder Plot" için adı geçenler birer birer  halkın gözü önünde işkence ile tövbe ve suçlarını itiraf etmeleri sağlanıp sonrasında infaz edildi. Tam 2 gün süren idamlarda 31 Ocak günü sıra Guy Fawkes'e geldiğinde, son sözlerini söylemek yerine, cellat ipi boynuna geçirdiği anda bulunduğu kürsüden aşağı atlar ve boynunu kırarak hayatına son verir. Böylelikle, dostlarına yapılan saatlerce süren halka açık işkencelerden kendini bir nebze kurtarmış olur. (Her biri soyulup, cinsel organları kesilmiş, tekrar tekrar boğulup bırakılmışlar. (İşkenceler Guy Fawkes'e de yapılmış ancak kendisi çoktan ölmüş olduğu için pek bir anlamı olmamıştır sanırım.)


Peki İngiliz hükümetini bu kadar sert tepki vermesine sebep olan şey neydi? Azınlıklara karşı neden böyle bir sindirme politikası gütmüşlerdi?




Buraya döneceğiz.









Yıllar sonra hep bir ağızdan söylendi, "Remember, remember the fifth of November...." 

Günümüzde kutlamalarını yapıyoruz... Elbette ki kitapların bizlere "öğrettiği" şekillerde. ;)
Hani şu, hayatınızı nasıl kontrol altına alabileceğinizi anlatan, kendi kararlarınızı nasıl verebileceğinizi, nasıl zengin olabileceğinizin masallarını anlatan kitaplardan...

...Tüm bu tavsiyeler, öneriler, pek çok şekilde karşımıza çıkıyor, tam da ihtiyaç olduğu anlarda size harika tiyolar veriyor ve kazandırıyor... Ama sonuçta ne kadar yükselirseniz yükselin, üstünüzde birilerinin olacağı gerçeğini anlıyorsunuz. 

Asıl sorulması gereken soruyu unutuyoruz yıllar içerisinde. "Bize ait olanı, neden başkası yönetiyor?"

Para.... paranın ne olduğunu biliyor musunuz peki? asıl amacının? yoldan geçen herhangi birine sorsanız ne diyecektir size? emeğinin karşılığı aldığın kağıt parçası diyecektir muhtemelen, yiyecek / ihtiyaçlarını karşıladığın kazanç diyeceklerdir örneğin.

peki asıl amacı neydi? Para, insanların sahip olduğu "altınlarının" karşılığı olan kağıt parçası. çünkü altını taşımak zordu.

Şimdi asıl sormamız gereken sorulardan birine geliyoruz. yapılan işin karşılığı bizim almamız gereken şey "altın" iken, altın'ın değeri her geçen yıl artış gösteriyorken, bu altının tevazu karşılığı olan kağıdın değeri neden bireylerin, orta ve alt sınıfın elinde olduğu sürece düşüyor?

Ben bir ekonomi uzmanı değilim. oturupta çılgınlar gibi chartlar çıkaramam ama tarihe birazcık tarafsız bakmasını bilen her insanın bu haksızlığı görebileceğine inanıyorum.
Paramız dediğimiz şey, karşılığı olmayan sözlerden başka bir şey değil artık. Para, hükümetlerin ve gücü elinde bulunduranların herhangi bir problemde bastıkları ve ortalığa savuşturdukları birer kağıt parçasından fazlası değil. (günümüzde kredi kartları diye revize bile edebiliriz bu tanımı) işte bu tam da bu, yaşadığımız dünyayı bizler için çekilmez hale getiren sistemin ana çarkı, dünya ve ülke ekonomilerini zehirleyen güç... ve bu gücün işleyebilmesi için çok basit bir ihtiyacı var; verdikleri parayı harcamanız. 

Peki dediklerini yapmasak ne olacak? Sağlık kurumlarından faydalanamayacaksınız, ihtiyaçlarınızı alamayacaksınız, ulaşım, enerji hiç bir şeye sahip olamayacaksınız ve buna rağmen sizden paranızı isteyecek birşeyler bulacaklar. Hükümetler, Bankalar, Borsalar, yada ismine ne derseniz, sizi cezalandıracak bir şey bulacaklar. Tek sebebi ne?

Size söylediklerini yapmadığınız için, size söyledikleri hayatı yaşamadığınız için.

Guy Fawkes'e geri dönelim,

Onların amacı, Protestan hükümetinin Katoliklere karşı dayatmaları ve yönlendirmelerini ortadan kaldırmaktı. Bugün sadece terimler değişti, yine Hükümetlerin dayatmaları yine bize ne yiyemeyeceğimizi, ne yapamayacağımızı, ne giyeceğimize karışanlar aynı kişiler...
ve elbetteki ekonomik büyüme için, para harcamamızı söyleyenler. Manevi anlamda bizlerin boynuna ipleri geçirenler yine aynı hükümetler, liderler.

Bunların hiç biri bizlerin hatası değil elbette, bunların böyle olmasını biz istemedik. Ama gerçekler ortada. Ve hiç bir yere gitmeye niyetleri yok..

...İşte tam bu yüzden unutmamalıyız. unutturmamalıyız 5 Kasımları.

Kimseye anarşik olun, isyan edin şeklinde bir tavsiye verdiğim yok, yada böyle ideallerim. Sadece unutulmaması gereken şeylerin hatırlanabilmesi için birazcık katkım olsun istiyorum.

Sizi sizden fazla önemseyen kimse yok, olmadı olmayacak, ne hükümetiniz, ne dininiz, ne ülkeniz, ne de başka bir şey. Doğru olana karar vermek için ya da bişeyleri yapıp yapamayacağınızı anlamak için size birşeyler söylenmesine veya dayatılmasına gerek olmadığını hatırlayın, hatırlatın.






2 Eylül 2011 Cuma

unutulan hususlar hakkında...

"basit bir monolog... kendim ve kendim arasındaki dialogdan yola cıkılarak hazırlanan basit bir yazı sadece... okumanı tavsiye ederim...."

"bir bakalım öyleyse... nelermiş ;" 

"insan bazen sahip olduğu sorumlulukları, unutuyor... bazen farkına bile varmadan yaptığımız şeyler bizlere onları hatırlattığında aaa ne yapmışım ben diye düşünmeden edemiyoruz elbette ki yine de unutulmamalıdır ki yapılan her hareketin sorumluluğunu karşılayacak özgüveniniz, tüm bunları sırtlayacak cesaretiniz ve gücünüz her daim olmalı... sonu cok acı verebilir.. yine de yaptıklarından pişman olmamalısın... hepsi senin eserin iyileri ve kötüleri ile seni sen yapan şeyler... evet yaptıkların acı verebilir, sana... sevdiklerine.... seni sevenlere...."

"e öyleyse neden unutmaya izin veriyorsun ki?"

"elim de değil :) bazı şeyler uzun süre kullanılmayınca farkında olmadan uzaklaşıyorsun işte... nasıl ki yıllarca savaşan bir askerin sahip olduğu eski karakterine ait olan herşeyi yitirmesi gibi... o günün koşullarına uygun olarak tüm karakterin değişiyor... bazı güzellikler yapısal detaylarda
derinliklere gömülüyor işte... anca kücük şoklar tokatlar ortaya cıkarıyor kendilerini zamanla...

o yüzden diyorum ya, yaşamaktan korkma, eğer ki sen kendine güvenirsen yaptığın şeylerin bilincindeysen kendini biliyorsan... bir şekilde bunu sevdiklerine de anlatabilirsin zamanı geldiğinde... seni anlamalarını sağlayabilirsin. 

işte o yüzden  bozma moralini kötü olan herşeyin icinde senin için yararlı bir şey her daim vardır."



 

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Google+ ne menem bişey

Resimsiz bir entry olsun bu da, biraz derleme toplama oldu zira ben hic beceremedim kendisini kullanmayı.


genel olarak negatif yanlarını aşağıda sıralayalım. Şunu ayrıca belirtmek lazım, G+ Facebook'a rakip olarak sunuldu. bunu göze alarak ekliyorum bu maddeleri.


Arkadaş ekleme olayı yok. Tek taraflı takip var 

Circles ise tamamen privacy ayarlaması ve hangout için tasarlanmış bir şey. 

Birini Circle'ınıza eklediniz mi o da ekleyecek diye bir durum yok. 

Post paylaşırken grup seçmek çok karışık ve kastırıcı. Facebook'taki gibi default "herkes görsün"den ziyade "kimse görmesin" ile geliyor ve kim görsün seçmek zorunda kalıyorsun hep. Sarışın friendly değil yeteri kadar. 

Hangout'u deneyemedim ama haftaya Facebook'ta benzer bir şey getirecek. 

Fotoğraf yorumlarının yanda olması çok saçma. 

Gmail ve dolayısıyla google voice ile entegre olması çok saçma. Beni Google Plus'a eklememiş ama Gmail'i olan ve bana önceden mail atmış birisi Gmail'in chatinden Plus'un chatine ulaşabiliyor, bu ne yani? 

Diğer yandan +1'lerin profilde toplandığı sayfayı çok sevdim zira Facebook'ta bir şeyi layklarsan öyle kalıyor yani, laykları toplayabileceğin bir yer yok. 

Sparks ta başarılı gayet, Facebook'un "sosyal medya" mecrası olarak en büyük eksiği trending olayları olmamasıydı, Plus bu açığı da kapatmış.

Nötr olduğum diğer konu ise Google'ın diğer tüm servisleri ile bunun bütünleşmiş olması. Çok rahatsız oluyorum cidden, Gmail'in chatinden bana bi kere mail atmış adam gelip ad soyadıma kayıtlı Plus hesabımın chatine ulaşıyor, ne bileyim, Analytics hesabım, porno izlediğim Chrome, dökümanlarım falan, bunların hepsinin adıma kayıtlı olması korkutucu. Özet olarak, tutacağına ben ihtimal vermiyorum pek. 

En başta arkadaşlığı sıfırdan yapmak yerine Facebook gibi bir platformu alıp, onun üzerine Plus'ın circles gibi özelliklerini inşa etmeleri gerekirdi, şu anda bu olay fazlasıyla karışıklıktan öteye gitmiyor ne yazık ki. Toparlamaları lazım. Ve bir şekilde Facebook UAUTH u falan kullanıp FB arkadaşlarına toplu invite çekebilmek, ve hatta fotoğraflar, kişisel bilgiler her şeyi port edebilmek lazım ki, bence bunu FB ile ters düşmemek için yapmıyorlar bilmiyorum başka sebep gelmiyor aklıma. (Yapılamaz değil, uygulamalar gayet erişebiliyor bu verilere)

Özeti şu, Hipster değilseniz tutmaz ;p

10 Mayıs 2011 Salı

Wacom Stylus VS Stitch

bugün baya uzun bi aradan
sonra tablet'imi kullanma ihtiyacı duydum. kendisi baya bi eski model olan WACOM Graphire4 CTE-640.


ancak acı bir gerçekle karşılaştım ki kalemim bozulmuştu inatla yazmaya calisiyordu falan.. googlelama sonucu benzer sorunu yaşayanlar icindeki sensörde sorun olduğunu ya yeni kalem alacağımı yada icini açıp sensörü temizlemem gerektiğini yazmışlar... bende aldım kalemi sökmeye çalıştım...


 aslında yapmam gereken :  

ama elde ettiğim sonuc:   




Sanırım yeni bir kalem alma zamanım geldi :/


25 Şubat 2011 Cuma

Türk erkekleri hayvan gibi sevişir...

"ulan bizim hayatımız, yatağa girdiğimiz hatunla tam penetrasyon gerçekleşeceği sırada hatunun bizi üzerinden itip; 'sevdiğim adam geldi aklıma. bunu ona yapamam! ihanet bana göre değil', 'beni yanlış tanımandan korkuyorum', 'sence buna hazır mıyız?', 'bu kadarı yeter. noolur üstüme gelme(lan zaten üstündeyim)... tripleri ile kendimizi fatma girik'e yakalanmış sarı donlu hoca gibi köşede bulmakla geçti."  

Kesinlikle doğru amına koyim (sevişme mevzusuna yekten koyarak girmeyle hayvanlığımı tescil etmek şöyle dursun, şu düşüncemden dolayı bana hak verecek kadınların olacağını bilmek daha çok ağrıma gidiyor lan!). evet, hayvan gibi sevişiriz. kabul. şakam yok be, vallahi kabul. sen bırak bizi, eşekler bile bizden daha hisli sevişiyordur. ama çuvaldızı da kendine bi batıracan! okuyoruz burada cins-i latif yazılarını; 


'yok efendim fin erkekleri öyle bi sevişir, bi fin erkeği uğruna o kadar uçtum ki, biriktirdiğim mil puanlarıyla dünya'yı iki kere dolandım'


'aman efendim italyan herifleri taş olur da üzerine havlu atsan sikiyle tutar.'


'ispanyollar bildiğin yunan heykeli zaten. ıbıza'da plajda bi soyundum, bakan olmadı. gay desem değillll, biseksüel gibi de durmuyorlar. hatunlar umurlarında değil. bi değişikler yanıaaa'


'ayh şekerim ben fransızlar kadar flörtöz adamlar tanımadım. adamların derdi sevişmek değil ayol; kaliteli vakit geçirmek...'


'siz türk erkeği nağsığ değleğ bi acağipsiniz' türünden yazıları.

 ablacım, sen fin'i, italyan'ı, ispanyol'u geç; arap erkekleri, malez erkekleri, moğol erkekleri bile bizden iyi sevişiyor emin ol. adamların kafası rahat bir kere. sevişmeye başladıkları zaman güzel bir sabaha uyanacakları bilinciyle giriyorlar yatağa. ondan sebep böyle pembeleşene kadar sevişmeleri. biz öyle miyiz amına koyim? bizle ne kıyaslıyon? 


ulan bizim hayatımız, yatağa girdiğimiz hatunla tam penetrasyon gerçekleşeceği sırada hatunun bizi üzerinden itip; 'sevdiğim adam geldi aklıma. bunu ona yapamam! ihanet bana göre değil', 'beni yanlış tanımandan korkuyorum', 'sence buna hazır mıyız?', 'bu kadarı yeter. noolur üstüme gelme(lan zaten üstündeyim)... tripleri ile kendimizi fatma girik'e yakalanmış sarı donlu hoca gibi köşede bulmakla geçti. ama bu geyiklerin içinde en çok hoşuma giden: 'çok daha iyi şartlarda seninle olmak isterdim' tribidir. sen kıt imkanlarınla arkadaş evinin somyasını denk getirmişsin ya, hatun saten nevresimli, cibinlikli bi yatak istiyor. ister tabi lafımız yok ona. hakkı mıdır? hakkıdır. ama donlar çıktıktan sonra refüze edilmek de sadece bize mahsus bir şey. zaten o yüzden sevişmeyi beceremiyoruz ya!


herif hatunla tanışmış. e hatun da hoşlanmış heriften. aman allah'ım hatunda bi göz süzmeler, bi işveler, bi cilveler... yeri geldiğinde böyle dirty talking'ler, alttan alttan cinsellik çağrışımlı iğnelemeler, türlü türlü koplimanlar, kışkırtıcı laflar, fantezilerini anlatmaya kadar gitmeler... e herif her akşam horozu boğar tabi daha ne yapsın? e gezdin tozdun, iyiydi. ne kadar ego var ise boca ettin herifin üstüne. buna da eyvallah... bu kadar mevzunun üstüne olacak bir şeyler dimi? ama yok. illa bi maraza çıkacak o son kertede!




işte biz bu yüzden iyi sevişemiyoruz anladınız mı? artık buna benzer birkaç tecrübe yaşamış adam; 'aman hafız hatun fikir değiştirmeden zatp edelim tüm haz noktalarını. tavdan düşmesin' diye, bi eli memede, bi parmağı vajinada, dili lavabo pompası gibi kulakta, durduk yere hatunun üstünde örümcek gibi kerkinen bi tip düşün. sırf hatun 'ban kaliba yapamiyciiim'... demesin diye hayvanlığın dorukluğunda geziyoruz. o sekansı bir tek çayır güreşlerinde 'başaltı pehlivanlarının' performansında görürsün ki, ben hızımı alamayıp o güreşlerden birisine ağa oldum(kaşarağası). elense, kündeye getirme ata sporumuzdan öteye gitti be!


tüm bunların ardından bir tane mokar hastasına gelirsin, alıştığın(alıştırdıkları) türden sevişirsin, bundan da laf yersin: 'yavaş beee... çok mu porno seyrediyorsun sen? adam gibi sevişsene!' diye! e biz tüm sevişmelerimizi grokoromende gerçekleştirmişiz. ne yapalım?

.