29 Kasım 2010 Pazartesi

Beklentiler, hayaller, umutlar...

Beklentiler ne kadar çoksa hayal kırıklıkları o kadar çok oluyormuş.. gereksiz bir ergen keşfi gibi gelen bu çıkarımın bayadır farkındaydım aslında, gayet "obivious" bir şey elbette ki yinede yarattığı kırıklıklar her daim canlı kalıyor. İnsanın umutlarını bir başka güne ertelemesi kadar onur kırıcı bişey de yok sanırım. peki ya umutlarının anlamsızlaştığı anlar? kalbin, ruhun kırıldıkça geri yapıştırdığın her parça eskisinden daha sağlam oluyor belki ama o yapıştırıcı seni öylesine sert kas katı yapıyor ki zamanla bir anda ne olduğunu bile anlamadan bildiğin sen.. artık o aynada gördüğün ruhsuz benliğe doğru değişiyor.

Çok da karamsar olmamak lazım belki de, zaten benim anlatmak istediğim bu değil, daha ziyade düşünce şeklim, değer yargılarım, kültürel anlayışım hayatımı yaşadığım yer ile bütünü ile zıt.

insanların garipseyen bakışları tepkileri anlamsız olduğu kadar da umut kırıcı. topluma ayak uyduramamanın acısını çekmek gibi işte. yine de tüm benliğim ile inandığım bir şey varsa o da, aklıma, içime sinmeyen bir şeyi yapmamam gerektiğidir. kendi arzu ve isteklerimin esiri olamadan toplumun prangalarını neden kendime vurayım ki? öncelik benim olmalı. her ne kadar acı verse de bu acının sebebi kendi yaptığım şeyler olduğunu biliyorum en azından. bişeyleri yapamayacaksam kendim yaptığım için yapamadığımı bilmek birazcık ta olsa rahatlatıyor.

peki ya doğrudan etkileyemediğim şeyler?... işte canımı sıkan umutlarımı körelten şeyler de bunlar oluyor.. bu yazı başka neden yazılsın ki? söylemek istediğin anlatmak istediğin şeyleri dinleyebilecek insanların seninle ilgilenmemesi, anlatmanı isteyen insanların da seni anlayamaması ironisinden pek de bi farkı yok bunun da.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder